Anlatıcı:
Yasemin’in barış mücadelesiyle tanışıklığı, çocukluk ve gençlik yıllarında gelişen politik duyarlılığıyla başlıyor. Kadın hareketinde feminist bir aktivist olarak yıllardır yer alıyor. Son dönemde ise kendini Barış Akademisyeni kimliği üzerinden tanımlıyor.
Üniversite yıllarında hak mücadelesi yürütmeye başlıyor, ilerleyen süreçte ise “Barış Meclisleri” ve “Barış İçin Kadın Girişimi” gibi alanlarda örgütleniyor. Mücadele hayatı boyunca Türkiye’deki kadın hareketinin ve Kürt sorununun her zaman gündeminde olduğunu ifade ediyor.
Savaş dönemlerinde kadınlara ve LGBTİ+’lara yönelik şiddetin ve hedef göstermenin arttığını vurguluyor. Toplumsal cinsiyete dayalı eşitsizliğin kadınlar ve LGBTİ+’lar için bu dönemlerde daha yıkıcı sonuçlar doğurduğunu da belirtiyor.
Çözüm sürecini Türkiye’deki barış mücadelesi bağlamında önemli bir kırılma noktası olarak değerlendiriyor.
Gezi Direnişi’nin gerçekleşebilmesini ise çözüm sürecinin sağladığı barış ve diyalog ortamına bağlıyor.
Çözüm sürecinin sona ermesinin ardından Suruç Katliamı, bombalı saldırılar ve 10 Ekim Gar Katliamı’nın yaşandığını ve Türkiye’nin yeniden kesintisiz bir şiddet döngüsüne girdiğini aktarıyor.
Bu dönemle birlikte oldukça uzun ve zorlu bir süreçten geçtiklerini ifade ediyor. Ancak, kendisinin ve dostlarının durmaksızın farklı alanlarda örgütlenerek mücadele etmeyi sürdürmüş olduklarını hatırlamanın kendisine güç verdiğini dile getiriyor.
Geleceğe ilişkin umutlarını sorduğumuzda ise kadın ve LGBTİ+ hareketinin yanı sıra Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın da kendisine umut verdiğini belirtiyor. Bu hareketlerin hâlâ mücadele alanları açabiliyor olması, değişim için bir imkân olduğuna inanmasını sağlıyor.